ŞİİRLERİN DİLİYLE PEYGAMBERİMİZ …
Peygamberimiz’e (sav) yazılan ilk şiir daha O doğmadan YEDİ ASIR ÖNCE yazılmış..
bu özel şiir Es’ad Ubu Kerib el-Himyeri’ye aitmiş..
işte o şiir:
Şehadet ederim
Varlıkları yoktan var eden ALLAHa
O’nun tarafından bir elçi gönderilecektir
Adı Ahmet olan
Ömrüm yetişirse gelişine
O’na yardımcı olurdum
Hem de amca oğlu..
O zaman
Savaşırdım kılıcımla düşmanlarına karşı
Siler yok ederdim sinesinden
Bütün elem ve kederleri
Mutlu olması için
Gereken ne ise yapardım..
SEN GEL DİYE EY SEVGİLİ
Yaradan Rabbimin adıyla okudum.
Ey Muhammed seni okudum.
Okudum,çoğaldı harflerim, ırmaklarım, yıldızlarım…
Tüm kitaplara senin isminle yazıldım.
Doğdum, Muhammede doğdum.
Aşıksam, Muhammede aşığım.
Ölürsem, Muhammede ölürüm.
Gelirsem, Muhammede gelirim.
Yusuf oldum kuyularda hep seni bekledim,
Hüseyin oldum kerbelada, kuruyan dudaklarımla sayıkladım ismini,
Gelsinde ırmaklar taşıyan ellerinden,
Abı hayat akıtsın içime diye bekledim.
Bekledim, kapandı yollarım, uzattım parmaklarımı,
Hallaç gibi doğrandı ellerim.
Hiç seni söyleyemedim. Dağlandı dudaklarım.
Yazdım gözyaşlanmla mekkenin dağlanna:
Ey sevgili, gel diye…
Ağlama duvarını bir çıban gibi sırtında taşırken,
Yorulan kollarıyla taş atan Kudüs’üm ben.
Kaldırımlarımda ateşler yükselirken,
Geldin öptün beni alnımdan,
Serinleyip sarıldım taşlara yeniden.
Ey Muhammed…
Ey Sevgili.
Ey Badı Sabah.
Ey Üzerimize doğan ay.
Ey Güzelliklerin .şahikası.
Ey Şefaat pınarı.
Her düşmem gül ayaklarına kapan-mamdır,
Böğrümden yediğim her kurşunla tutarım ellerinden.
Her şarkımda seni söylerim.
Her tebessümüm senindir.
Hep seni beklerim:
Sen bir gelsen diye ey Sevgili…
Sevgili…
Ben Veyselim,
Kenan illerinde hasretini soluyan,
Hırkana bürünürüm karanlıkta kaybolduğumda,
Dört taraftan vururlar bana,
Vururlarda söyletemezler sensizliği,
Sümeyye gibi develer ayırır bedenimi…
Hamzayım Ey Sevgili,
Uhuddayım tam önündeyim,
Vahşinin mızrağı deler geçer yüreğimi,
Gelde okşa ne olur oyulmuş kalbimi,
Hind değil hasretin acıtır onu…
Ben Grozniyim, Keşmirim, Kandahanm,
Saraybosnayım, Hamayım, Buha-rayım, Bağdattım, Morayım, Taşkentim,
Doğu Timor’um, Türkistan’ım, Ahıs-ka’yım. Eritre’yim, Halepçe’yim, Kırım’ım, İstanbul’um..,
Ben kurşunlara evlat vermiş anneyim.
Kurşunlardan sakınan bedeniyle seni özleyen,
Taş atan bir filistinliyim.
Okul önlerinde bekleşen ve ağlayan, Karanfil dağıtan kızım.
Gel öp bizi alnımızdan,
Gel sev bizi kanayan yaralarımızdan.
Ey sevgili,,.
Ey Muhammed…
Gittin ya gül yüzlü sevgili.
Kırıldım gittiğinden beri.
Kırıldıkça yandı canım.
Çarmıhta çivilenen benim ellerim,
Benim ayaklarım.
Harami sofralarda sergilenen benim başım.
Beni bir ağaçta kıstırdılar,
Kör bir testereyle biçildim.
Ağladım, kurudu göz pınarlarım,
Ağladım, hasretine türkü yaktım.
Ağladım, gel diye ey sevgili…
Sevgili.,.
örnerim, Aliyim, Osmanım,
Vuruldum bir niyaz vaktinde,
Kanım dağıldı kitabın sayfalarına.
Seni yazdım bir damla kanla,
İsminin dolaştığı semaya,
Bir baştan bir başa.
Sen gel diye Ey sevgili…
Ey sevgili…
Kırıldı mı dişin?
Dikenler acıttı mı ayaklarını?
Deve işkembeleri kirletti mi elbiselerini?
Medine yollarında yoruldun mu?
Taifte taşlar kanattı mı gül yanağını?
Kırıldı mı kalbin bize?
Kırgın mısın sevgili?
Ne çare Bekirler yok şimdi, Aliler, Osmanlar, Ömerler yok. Halidler gitti, Musablar gitti. Hatice yok, Zeynep yok, Fatıma yok.
Müminlerin annesi sofra açmaz evlerimizde.
Kedilerin babası dolaşmaz sokaklanmızda.
Biz ne çok yetim okluk da,
Senin gibi okşayanımız yok artık.
Gel bir okşa ne olur.
Yarala nmızda ki irinler azdı.
Canımız acıdı.
Bir merhamet et, bir gülümse efendim.
Bir görün puslu şehirlerin üstünde.
Bir ses ver puslu yüreklerimize.
Bekler dururuz her seherde,
Sen gel diye ey Sevgili…
Ey Sevgili…
Buralara bir hal oldu:
Ne yakup inliyor şimdi,
Ne Mısırda rüya görülüyor,
Züleyhalar yalancı,
Yedi adam ne yapsın,
Mağaraların kapıları da kapalı.
Musa vurunca asasını,
Oynamıyor yer yerinden.
Yol vermiyor kızıldeniz.
Sakınmıyor İbrahimi ateşler,
Su taşımıyor karınca,
Ethemin balıklan getirmiyor iğneleri denizden.
Buralara bir hal oldu; Sen yoksun, buralar duman oldu endim.
Bir mektubun gelmedi buralara…
Bir Neşaci sormaz halimizi.
Bir yalnıztır düştü ocağımıza.
Bir karanlık çöktü başımıza.
Ay aydınlatmıyor, Gül kokmuyor.
Yokluğun karabasanlar gibi çökünce sinemize,
Dağıldı hanemiz,
Dağıldı yüreğimiz,
Dağıldı birliğimiz…
Sevgili affet bizi:
Bir deve olamadık,
Hasretinden çatlayıp ölecek.
Bir kuru ağaç olamadık,
Yokluğuna kanlı gözyaşlar dökecek.
Bir Bilal olamadık,
Sensiz ses vermeyecek.
Bir Ebu zer olamadık,
Alıp başını gidecek.
Ey sevgili, Ey şefaat sahibi, Affet bizi. Affet…
Şimdi bir şarkı düşer dilimize,
Bir aşk iner yüreğimize.
Bir el tutar elimizden.
Bir af fermanı gelir ötelerden.
Bir sen gelirsin.
Bir sen gelirsin.
Biz bin seviniriz:
Sevgilim Muhammed diye…
Sevgilim Muhammed diye…
Meleklerle yarış ederiz…
Gel sevgili,
Gel öp, kolda ve yeşert bizi, kalbimizi
ADEM ÖZBAY
İki cihân sultânının
Doğduğu ay geldi yine
İlm u meârif kânının
Doğduğu ay geldi yine
Gelsün şefâat isteyen
Bulsun safâ anı seven
Ol sâhib-i hulk-i hasen
Doğduğu ay geldi yine
Bedr-i dücâ şems-i duhâ
Verd-i gülistân-ı Hudâ
Hakk’ın habîbi Mustafâ
Doğduğu ay geldi yine
Bir âşık u sâdık kanı
Râhat bula cân u teni
Sırr-ı hakîkat mahzeni
Doğduğu ay geldi yine
Anı Hüdâyî kim sever
Matlûba bulmuştur zafer
Fahr-ı cihân Hayru’l-beşer
Doğduğu ay geldi yine
A. MAHMUT HÜDAYI
Hani bir aşk idin, bir güzellik idin sen, güzellikle askın kesiştiği
prizmada.
Güzelliğin cihanı gösteren bir ayna;
aşkın o aynanın cilası idi hani.
Güzelliğin olmasa efendim,
aşkı hiç bilmeyecekti cihan;
aşkın olmasa güzelliği hiç anlamayacaktı.
Aşk pazarında mezat hep güzelliğine; güzellik yurdunda yollar hep aşkına
durmuştu efendim…
Ve sen gitmiştin…
Sevgili!
Derd ile ağlayandın; hem derde salandın!..
Gönül yurdunda çaresizlerin çaresi, hastaların merhemiydin.
Saadetle yasamış, saadet çağını yaşatmıştın.
Suretleri ve canları iman ile sen şekillendirmiş,
“Lâ” ile “Illa”yi i’câz ile sen dillendirmiştin.
Sen gidince, ey sevgililer sevgilisi, güvercinlerimiz tuzaklara esir düştü;
Hüdhüdlerimizin mil çekildi gözlerine.
Artık düşmanlarımız dostlar arasında;
dostumuz düşman içinde.
Divanelere döndük, yaya kaldık yolunda.
Kendimizi unuttuk, seni bilmez olduk…
Sana muhtacız!..
Sana en fazla muhtacız.
En fazla sana muhtacız.
Uyandır bizi uykumuzdan…
Gel ey sevgili!
Bir gelişle gel, bir gülüşle gel.
Doğ ufkumuza, sar dünyamızı, gir gönlümüze yeniden…
Sana muhtacız…
Sana en fazla muhtacız…
İSKENDER PALA
YAĞMUR
Vareden’in adıyla insanlığa inen Nur
Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından
Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur
Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından
Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat
En müstesna doğuşa hamiledir kainat
Yıllardır bozu bulanık suları yudumladım
Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım
Hasretin alev alev içime bir an düştü
Değişti hayel köşküm, gözümde viran düştü
Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde
Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü
İhtiyar cübbesinden kan süzülür Nebi’nin
Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla
Mehtabını düşlerken o mühür sahibinin
Sarsılır Ebu Kubeys kovulmuş feryatlarla
Evlerin arasına dikilir yesil bayrak
Yeryüzü avaredir, yapayalnız ve kurak
Zaman, ayaklarımda tükendi adım adım
Heyûla, bir ağ gibi ördü rüyalarımı
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydim
Yağmur, gülsenimize sensiz, baldiran düştü
Düşmanlik içimizde; dostluklar yaban düştü
Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe
Her sayfaya talihsiz binlerce kurban düştü
Bir güzide mektuptur, çağlarin ötesinden
Ulaşır intizarın yaldızlı sabahına
Yayılır o en büyük mustu, pazartesinden
Beyazlik dokunmuştur gecenin siyahina
Susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin
Sükutu yar, sevinci dualar kadar derin
Çaresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım
Bir cezir yaşadım ki, yaşanmamiş, mazide
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydim
Sensiz, kaldırımlara nice güzel can düştü
Yarılan göğsümüzden umutlar bican düştü
Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin
En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü
Melekler sağnak sağnak gülümser maveradan
Gümüş ibrik taşıyan zümrüt gagalı kuşlar
Mutluluk nağmeleri işitirler Hiradan
Bir devrim korkusuyla halkalanır yokuşlar
Bir bebeğin secdeye uzanırken elleri
Paramparça, ateşler sahinin hayalleri
Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım
O mücella çehreni izleseydim ebedi
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım
Sarardı yeşil yaprak; dal koptu; fidan düştü
Baykuşa çifte yalı; bülbüle zindan düştü
Katil sinekler deldi hicabın perdesini
İstiklal boşluğunda arılar nadan düştü
Dolaşan ben olsaydım Savenin damarında
Tablosunu yapardim yıkılan her kulenin
Ebedi aşka giden esrarlı yollarında
Senden bir kıvılcımın, süreyya bir şulenin
Tarasaydım bengisu fışkıran kakülünü
On asırlık ocağın savururdum külünü
Bazen kendine aşık deli bir fırtınaydım
Fırtınalar önünde bazen bir kuru yaprak
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü
Mazluma sürgün evi; zalime cihan düştü
Sana meftun ve hayran, sana ram olanlara
Bir bela tünelinde ağır imtihan düştü
Badiye yaylasında koklasaydım izini
Kefenimi biçseydi Ebvada esen rüzgar
Seninle yıkasaydım acılar dehlizini
Ne kaderi suçlamak kalırdı ne intihar
Üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya
Bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya
Suskunluğa dönüştü sokaklarda feryadım
Tereddüt oymak oymak kemirdi gururumu
Bahira’dan süzülen bir yaş da ben olsaydım
Haritanın en beyaz noktasına kan düştü
Kırıldı adaletin kılıcı; kalkan düştü
Mahkumlar yargılıyor; hakimler mahkum şimdi
Hakların temeline sanki bir volkan düştü
Firakınla kavrulur çölde kum taneleri
Ahuların içinde sevdan akkor gibidir
Erdemin, bereketin doldurur haneleri
Sensiz hayat toprağın sırtında ur gibidir
Şemsiyesi altında yürürsün bulutların
Sensiz, yükü zehirdir en güzel imbatların
Devlerin esrarını aynalara sorsaydım
Çözülürdü zihnimde buzlanmış düşünceler
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
Sensiz, tutunduğumuz dallardan yılan düştü
İlkin karardı yollar, sonra heyelan düştü
Güvenilen dağlara kar yağdi birer birer
Sensizlik diyarından püsküllü yalan düştü
Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini
Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir
Yıldırımlar parçalar çirkefin gövdesini
Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir
Yağmur, bir gün kurtulup çağın kundaklarından
Alsam, ölümsüzlüğü billur dudaklarından
Madeni arzuların ardında seyre daldım
Küflü bir manzaranın çürüyen güllerini
Senin için görülen bir düş de ben olsaydim
Şehirler kabus dolu; köylere duman düştü
Tersine döndü her şey sanki; asuman düştü
Kırık bir kayık kaldı elimizde, hayali
Hazindir ki; dertleri asmaya umman düştü
Ayrılığın bağrımda büyüyen bir yaradır
Seni hissetmeyen kalp, kapısız zindan olur
Sensiz doğrular eğri; beyaz bile karadır
Sesini duymayanlar girdabında boğulur
Ana rahminde ölür sensizlikten bir cenin
Şaşkınlığa açılır gözleri, görmeyenin
Saatlerin ardında hep kendimi aradim
Bir melal zincirine takıldı parmaklarım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
Sensiz, ufuklarıma yalancı bir tan düştü
Sensiz kıtalar boyu uzayan vatan düştü
Bir kölelik ruhuna mahkum olunca gönül
Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü
Ay gibisin; güneşler parlıyor gözlerinde
Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay
Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde
Sümeyra’yı arıyor her damlada bir saray
Tohumlar ve iklimler senindir; mevsim senin
Mekanın fırçasında solmayan resim senin
Yağmur, birgün elimi ellerinde bulsaydım
Güzellik şahikası gülümserdi yüzüme
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım
Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryan düştü
Toplumun gündemine koyu bir isyan düştü
İniltiler geliyor doğudan ve batıdan
Sensizlikten bozulan dengeye ziyan düştü
Islaklığı sanadır ahımın, efgahımın
İçimde hicranınla tutuşuyor nağmeler
Sendendir eskimeyen cevheri efkarımın
Nazarın ok misali karanlıkları deler
Bu değirmen seninle dönüyor; ahenk senin
Renkleri birbirinden ayıran mihenk senin
Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım
Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım
Yağmur, sayrılığıma seninle derman düştü
Beynimin merkezine ölümsüz ferman düştü
Silindi hayalimden bütün efsunu ömrün
Bir dönüm noktasında aklıma Rahman düştü
Nefsinle yeniden çizilecek desenler
Çehreler yepyeni bir degişim geçirecek
Aydınlığa nurunla kavuşacak mahzenler
Anneler çocuklara hep seni içirecek
Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin
Sana mü’mindir sema; sana muhtaçtır zemin
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım
Kardeşler arasında heyhat, su-i zan düştü
Zedelendi sağduyu; körleşen iz’an düştü
Şarrkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın
İnsanlık bahçemize sensizlik hazan düştü
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım
Dokunduğun küçük bir nakiş da ben olsaydım
Sana sırılsıklam bir bakiş da ben olsaydım
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
Bahira’dan süzülen bir yaş da ben olsaydım
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım
NURULLAH GENÇ
SÜRGÜN
Senin kalbinden sürgün oldum ilkin
Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süregi
Bütün törenlerin sölenlerin ayinlerin yortularin disinda
Sana geldim ayaklarina kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layikolmasam da
Uzatma dünya sürgünümü benim
Aşkın bu en onulmazından koparıp
Bir tuz bulutu gibi
Savuran yüregime
Ah uzatma dünya sürgünümü benim
Nice yoruldugum ayakabilarimdan degil
Ayaklarimdan belli
Lambalar egri
Aynalar akrep melegi
Zaman çarpilmis atin son hayali
Ev miras degil mirasin hayaleti
Ey gönlümün dogurdugu
Büyüttügü emzirdigi
Kus tüyünden
Ve kus südünden
Geceler ve gündüzlerde
Insanliga anit gibi yükselttigi
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünüm benim
Bütün siirlerde söyledigim sensin
Suna dedimse sen Leyla dedimse sensin
Seni saklamak için görüntülerinden faydalandim Salome’nin Belkis’in
Bosunaydi saklamaya çalismam öylesine asikarsin bellisin
Kuslar uçar senin gönlünü taklit için
Ellerinden devsirir bahar çiçeklerini
Deniz gözlerinden alir sonsuzlugun haberini
Ey gönüllerin en yumusagi en derini
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Yillar geçti sapan ölümsüz iz birakti toprakta
Yildizlara uzaniphep seni sordum gece yarilarinda
Çati katlarinda bodrum katlarinda
Gölgendi gecemi aydinlatan essiz lamba
Hep Kanlica’da Emirgan’da
Kandilli’nin kursuni safaklarinda
Seninle söylesip durdum bir ömrün baharinda yazinda
simdi onun birdenbire gelen sonbaharinda
Sana geldim ayaklarina kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layik olmasam da
Ey çagdas Kudüs (Meryem)
Ey sirrini gönlünde tasiyan Misir (Züleyha)
Ey ipeklere yumusaklik bagislayan merhametin kalbi
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Daglarin yikilisini gördüm bir Venüs bardaginda
Köle gibi satildim pazarlar pazarinda
Günesin sarardigini gördüm Konstantin duvarinda
Senin hayallerinle yandim düslerin civarinda
Gölgendi yansiyip duran bengisu pinarinda
Ölüm düsüncesinin beni sardigi su anda
Verilmemis hesaplarin korkusuyla
Sana geldim ayaklarina kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layik olmasam da
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünüm benim
Ülkendeki kuslardan ne haber vardir
Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardir
Ask celladindan ne çikar madem ki yar vardir
Yoktanda vardan da ötede bir Var vardir
Hep suç bende degil beni yakip yikan bir nazar vardir
O sarkiya özenip söylenecek misralar vardir
Sakin kader deme kaderin üstünde bir kader vardir
Ne yapsalar bos göklerden gelen bir karar vardir
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardir
Yanmissam külümden yapilan bir hisar vardir
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardir
Sirlarin sirrina ermek için sende anahtar vardir
Gögsünde sürgününü geri çagiran bir damar vardir
Senden umut kesmem kalbinde merhamet adli bir çinar vardir
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
SEZAi KARAKOÇ
ŞEMAİL
Ne uzun ne kısa kararında boy
Soyu İbrahim’den ne asil bir soy
Saçları hoş siyah dalgalı bir koy
Kemâlini giydir beni benden soy
Âlemlere rahmet yüzünü göster
Bu kul varlığından soyunmak ister
Güneş pervânesi o güzel yüzün
Nurundan ışığı vardır gündüzün
Solmaz bir gül rengin ne kış ne güzün
Tecelli ediyor yüzünde özün
Hasretim, yanarım, yüzünü göster
Kölen bu devletle avunmak ister
Simsiyah gözlerin âhû misâli
Dâim Hakk’a bakar her an visâlin
Beyazı ölçüsü gözde kemâlin
Kaşların sûreti gökde hilâlin,
Râzıyım rûyada yüzünü göster
Âşık maşukuna can sunmak ister
Bir tutam sakalın birkaçı beyaz
Mübarek vücudun serin kış ve yaz
Cânımı yoluna kurban etsem az
Dostlar defterine köleni de yaz
Açıver kapını yüzünü göster
Gönül hasretinden yakınmak ister
Duyular mükemmel, dişleri inci
Kokusuna tutkun, yaşlısı genci
Yürürken koşmadan olur birinci
Kapına gelmiş bir garip dilenci
Açıver ne olur yüzünü göster
Garip ayağına kapanmak ister
Yukarıdan aşağı heybetle iniş
Yürüyüşünde var hep bu görünüş
Âdetin baktığın tarafa dönüş
Bize nasip olsun hayırlı bir düş (amin)
Kerem et ne olur yüzünü göster
Kim böyle bir düşten uyanmak ister
Seni ilk görenler korku çekermiş
Sonra ülfet eder hemen severmiş
Benzerini asla görmedim dermiş
Erenler yolunda giderek ermiş
Benzeri bulunmaz yüzünü göster
Gönüller nurunla yıkanmak ister
Zâtının nûrundan vermiş sana can
Hilkate ruhunla başlamış Rahman
Yûsuf’ta yok sende olan hüsnü an
Ahlâkındır Senin, mûcize Kur’an,
Alemlere Rahmet, cemâlin göster
Kölen rahmetine sığınmak ister
Ümmetin üstüne titreyen sensin
Müjdeci, uyaran, gel diyen sensin
Kulunu Allah’a sevdiren sensin
Gecemi gündüze çeviren sensin
Ey Hakk’ın şâhidi yüzünü göster
Kul şehâdetinle tanınmak ister
Hakk’ın halilisin, habibi sensin
Gönüllerin eşsiz tabibi sensin
En güzel hutbenin hâtibi sensin
Ümmetin en büyük nasibi sensin
Aşkımın Leylası yüzünü göster
Gönül seni gözden sakınmak ister
En güzel, en üstün ahlak senindir
Cömertlikte kemâl el-hâk senindir
Şefaatte en son durak senindir
Miraç senin, Refref, Burak senindir
Sen gördün, bize de cemâlin göster
Pervâne şem’ine hep yanmak ister
HAYREDDİN KARAMAN
O GECE SENDİN GELEN
Arş’ın kubbelerine adı nurla yazılan
İsmi semâda “Ahmed”, yerde “Muhammed” olan
Yedi katlı göklerde Hak cemâlini bulan
Evvel-ahir yolcusu yâ Hazreti Muhammed
Sağnak nur yağmurları inerken yedi kattan
O gece sendin gelen, ezel kadar uzaktan
Melekler her zerreye müjde verirken Hak’tan
O gece sendin gelen yâ Hazreti Muhammed
Güneşler, o gecenin nuruna secdederken
Yıldızlar meşk içinde, kâinat vecdederken
Bütün hamd ü senalar Yüce Rabb’e giderken
O gece, sendin gelen, yâ Hazret-i Muhammed
Kâbe’de şirk taşları, putlar yere dönerken
Cehâlet bayrakları, birer birer inerken
Bin yıllık küfr ateşi, ebediyyen sönerken
O gece sendin gelen yâ Hazreti Muhammed
O gece Save gölü, mu’cizeyle kururken,
Kisra saraylarında, sütunlar savrulurken
Arz’dan arş’a âlemler rahmetini bulurken
O gece sendin gelen yâ Hazreti Muhammed
Sen ki; doğum kundağı, ak bulutla örülen
Doğar doğmaz, “Allah’a secde” emri verilen
Doğudan ve Batıdan, her mahlûkça görülen
Kainat efendisi, yâ Hazreti Muhammed
Sen ki; asâletine, ezelden hükmedilen,
Tertemiz rahimlerle, lekesiz soydan gelen,
Beşerî şüpheleri, Kur’ân ilmiyle silen,
Seçilen sevgilisin, yâ Hazreti Muhammed.
Sen ki; büyük yargıda, şefaat müjdecisi,
Bunca âciz beşerin, mahşer günü bekçisi,
Sen ki; Kur’ân şahidi, Allah’ın son elçisi,
Kurtuluş habercisi, yâ Hazreti Muhammed.
Sen ki; Âdem neslini, uçurumdan döndüren,
Zulüm sancılarını, şefkatiyle dindiren,
İnkâr yangınlarını, irfânıyla söndüren,
Âlimlerin sultanı, yâ Hazreti Muhammed.
Sen ki güzel huyların, ahlâkın meş’alesi
Sabır doruklarında beşerin en yücesi
Senin cennet mekanın, fakirlerin hanesi
Gönüller hazinesi yâ Hazreti Muhammed
Sana şâhit sonsuzlar, ezelden beri her an
Sana şahit ayetler her zerre ve her mekan
Senden uzak kalmaya nasıl dayanır ki can
Sen, her canda cânânsın yâ Hazreti Muhammed
Mi’raç gecesi bir bir açılıyorken gökler
Seni selamlıyorken her katta peygamberler
Öyle bir an geldi ki; durdu bütün melekler
Hak’ka yalnız yürüdün yâ Hazreti Muhammed
Gönül gözü görmeyen, can gözünü neylesin
Dünyada dönmeyen dil mahşerde ne söylesin
Mevla, bütün beşeri ümmetinden eylesin
Sancağının altında yâ Hazreti Muhammed
Hak ile kul vuslatı o ilâhî düğünde
Hiç kimseden kimseye fayda olmayan günde
Hasatları, has tartan o terazi önünde
Noksanları bağışlat yâ Hazreti Muhammed
Biliriz ki; hükmü yok bu dünya nimetinin
Gönüldür sermayesi ahiret servetinin
Sana salat ve selam gönderen ümmetinin
Cennetler şahidi ol yâ Hazreti Muhammed
CENGİZ NUMANOĞLU
EL MEDED
Ey cemâl-i nûr-i çeşm-i evliyâ
Elmeded ey ma’den-i nûr-i Hudâ
Hâk-i pây-i tûtiyâ-yı asfiyâ
Elmeded ey ma’den-i nûr-i Hudâ
Kimse sensiz bulamaz Hakk’a vusûl
Feyz-i lûtfunla olur merd-i kabûl
“Rahmeten li’l-âlemîn”sin yâ Resûl
Elmeded ey ma’den-i nûr-i Hudâ
Eyledim bî-had cürüm ile cerîm
Oldum eşhâs-ı hevâ ile nedîm
Eyle isyânım şefâat yâ Kerîm
Elmeded ey ma’den-i nûr-i Hudâ
Ey kerem-kân-ı Resûl-i Kibriyâ
Kemterindir bu Selîmî pür-hatâ
Dergehinden ilticâ eyler atâ
Elmeded ey ma’den-i nûr-i Hudâ
YAVUZ SULTAN SELİM
Pek Hazin Mevlid Gecesi
Yıllar geçiyor ki, yâ Muhammed,
Aylar bize hep muharrem oldu!
Akşam ne güneşli bir geceydi…
Eyvah, o da leyl-i mâtem oldu!
Âlem bugün üç yüz elli milyon
Mazlûma yaman bir âlem oldu!
Çiğnendi harîm-i pâki şer’in;
Nâmûsa yabancı mahrem oldu!
Beyninde öten çanın sesinden
Binlerce minâre ebkem oldu.
Allah için, ey Nebiyy-i mâsûm,
İslâm’ı bırakma böyle bîkes,
İslâm’ı bırakma böyle mazlûm.
MEHMET AKİF ERSOY
O’NUN ÜMMETİNDEN OL
Beri gel serseri yol!
O’nun ümmetinden ol!
Sel sel kümelerle dol!
O’nun ümmetinden ol!
Sen hiçliğe karşı yön
Hep sıfır arka ve ön
Dosdoğru kıbleye dön!
O’nun ümmetinden ol!
Gel, dünya murdar kafes
Gel gırtlakta son nefes
Gel arşı arayan ses
O’nun ümmetinden ol!
Solmaz, solmaz bu bir renk,
ölmez, ölmez bir ahenk,
insanlık; hevenk, hevenk
O’nun ümmetinden ol!
Gökte çakıyor haber:
Geber, çelik put geber!
Doğrul yeni seferber!
O’nun ümmetinden ol!
NECİP FAZIL KISAKÜREK
Necid Çöllerinden Medine’ye
Yâ Nebî, şu hâlime bak!
Nasıl ki bağrı yanar, gün kızınca, sahranın;
Benim de ruhumu yaktıkça yaktı hicranın!
Harîm-i pâkine can atmak istedim durdum;
Gerildi karşıma yıllarca ailem, yurdum.
“Tahammül et!” dediler… Hangi bir zamana kadar?
Ne bitmez olsa tahammül, onun da bir sonu var!
Gözümde tüttü bu andıkça yandığım toprak;
Önümde durmadı artık, ne hânümân, ne ocak…
Yıkıldı hepsi… Ben aştım diyâr-ı Sûdân’ı,
Üç ay “Tihâme!” deyip çiğnedim beyabanı.
Kemiklerim bile yanmıştı belki sahrada;
Yetişmeseydin eğer, yâ Muhammed, imdada:
Eserdi kumda yüzerken serin serin nefesin;
Akar sular gibi çağlardı her tarafta sesin!
İrâdem olduğu gündür senin irâdene ram,
Bir ân için bana yollarda durmak oldu haram.
Bütün heyâkil-i hilkatle hasbıhâl ettim;
Leyâle derdimi döktüm, cibâli söylettim!
Yanıp tutuşmadan aylarca yummadım gözümü…
Nücûma sor ki bu kirpikler uyku görmüş mü?
Azâb-ı hecrine katlandım elli üç senedir…
Sonunda alnıma çarpan bu zâlim örtü nedir?
Beş altı sineyi hicran içinde inleterek,
Çıkan yüreklere hüsran mı, merhamet mi gerek?
Demir nikaabını kaldır mezâr-ı pâkinden;
Bu hasta ruhumu artık ayırma hâkinden!
Nedir o meş’ale? Nurun mu? Yâ Resûlallâh!…
MEHMET AKİF ERSOY
MEDİNE’NİN GÜLÜ
Andım yine Sen’i her şey yâdımdan silindi,
Hayalin gönlümün tepelerinde gezindi;
Bu bir serap olsa da hafakanlarım dindi..
Andım yine Sen’i her şey yâdımdan silindi.
Keşke her an aşkınla oturup aşkınla kalksam,
Ruhlar gibi yükselip de ufkunda dolaşsam;
Bir yolunu bulup gönlünden içeri aksam..
Keşke her an aşkınla oturup aşkınla kalksam.
Anladım vaslına ermek için artık çok geç,
Hicranla yanan gönlüm durmadan inleyecek;
İnleyip en taze hislerle hep bekleyecek..
Anladım vaslına ermek için artık çok geç…
Kalbim bir güvercin kalbi gibi titrerken adından,
Ne olur Sana ulaşmam için kanadından;
Bana bir tüy ver pervaz edeyim hep ardından..
Kalbim bir güvercin kalbi gibi titrerken adından.
Ey kupkuru çölleri cennete çeviren gül;
Gel o bayıltan renklerinle gönlüme dökül!
Vaktidir ağlayan gözlerimin içine gül!.
Ey kupkuru çölleri cennete çeviren gül!
Mecnûn gibi arkanda koşan kulun olayım,
Bir kor saç içime ocaklar gibi yanayım;
Sensiz geçen bu acı rüyadan kurtulayım..
Mecnûn gibi arkanda koşan kulun olayım..
Aklım uzakta kaldığı günleri saymakta,
Ruhuma sisli-dumanlı bir kasvet yaymakta;
Göster çehreni ki güneş gurûba kaymakta..
Aklım uzakta kaldığı günleri saymakta…
Son demde hiç olmazsa gurûbum tulû olsun,
Gönlüm ufkunun en taze renkleriyle dolsun;
Her yanda tamburlar çalınsın; neyler duyulsun..
Ne olur hiç olmazsa gurûbum tulû olsun..!
M.FETHULLAH GÜLEN
Gönül nûr-i cemâlinden habibim bir ziyâ ister
Gözüm hâk-i rehinden ey tabibim tutiya ister
Safâ-yı sineme zulmet veren jeng-i günâhımdır
Aman ey kân-i ihsan zulmet-i kalbim cilâ ister
Sarıldım dâmen-i ihsânına ey şâfi-yi ümmet
Dahilek Ya Muhammed, hasta cânım bir devâ ister ,
Gül-i ruhsârına meftun olanlar şüphesiz
Sensiz ne mülk-i mâl ü cân ister nede zevk-ü safâ ister
N’ola bir kerre şâd olsun cemâli bâ-kemâlinle
Ki kemter bendeniz Es’ad sana olmak fedâ ister
ES’AD ERBİLİ
Ölüm Risalesi
Damla damla oluşuyor hayat
Ölüm kımıl kımıl
Duymak kolay
Anlatmak değil
Her an
Farkındayım
Az az öldüğümün
Bilincindeyim doğan ayın
Eriyen karın akan suyun
Ve usul usul tükenen zamanın
Tekrarlayıp duruyor saat
Vakit te mahluktur
Vakit te mahluktur
İşliyor kalbim
Eskiyor saçlarım
Ve gözlerimin en ince hücreleri
Okuyorum hayatı
Toprağın üstünden çok
Altındakilerle var olduğunu
Toprak
Ölüme aç
Ölüme muhtaç
Hayat
Ölüm muhakkak
Ve ölüm mutlak
Tek kapısıdır ölümsüzlüğün
Ölümle tanıştıktan sonra anladım
Sadece bir kimlik belgesi olduğunu yaşamanın
Kesitler
Mahlukta devinen
Gürül gürül bir ırmaktır ölüm
Babalar ölür
Dolaşır eli ölümün
Saçlarında anaların oğulların
Analar ölür
Kök salar hasret yüreklere
‘Bir evlat pir olsa da’
O zaman anlar ancak neymiş öksüzlük
Oğullar ölür
Bir kafes olur ölüm
Ana kalbi bir kuştur
Azad kabul etmez
Sevgililer ölür
Bir hicret olur ölüm
Bir sıla
Mesela arkadaşlar
Arkadaşlıklar vardır okullarda
Bakarsın biri gelmez bir gün
Ve artık hiç gelmeyecektir
Simsiyah bir gölge düşmüştür adeta
Bahçeye koridorlara sınıflara
Bir fısıltı dolaşır dudaklarda
Kimi kirpikleri ıslak
Çökmüş bahçenin tenha bir yerine
Elinde bir çöp resmini çizer toprağa
Anıların
Kimileri öbek öbek toplanıp
Çaresizliği dile getirirler anlamsız sözcüklerle
-Nasıl olur daha dün beraberdik
-Salıncakta İki Kişi’yi izlemiştik daha dün nasıl olur
-Geçen pazar kırlarda dolaşmıştık
”Göçmen kuşlar yerli kuşlardan daha mutlu olmalılar
Hayatı dolu dolu yaşıyorlar” demişti unutamıyorum
Sonra bir mezarlıkta Bir çukurun başında
Bir kapının ağzında
Herkez susar
Konuşur ölüm
Ve sürer hayat.
Bazan bir tekerlek altında
Ansızın gelir ölüm
Apansız biter sınav
Bir elektrik kesilmesi gibi
Kesilir tulu emel
Bazan ölüm vardır
Ölümden önce gelir
Mesela bir hapishanede bir hücrede yaşanır
Sorular hep yanıtsız kalır orada
Sadece konuşan rüyalardır
Yahut hayaller suskun duvarlarda
Gözler kabul eder parmaklar kabul eder
Ama beyin hep umuttan yanadır
Bazan akan bir film şeridinin
Tek kare donan bir fotoğrafı gibidir
Ölüm
Karşıda bir manga asker
Gözler namluların karanlık ağızlarını görmez de
Takılıp kalır masmavi gökyüzünde
Asılıp kalmış bembeyaz bir buluta
Ölümden uzak ölümler vardır
Gazete ilanlarında rastlanılan
Dünyaya bağlılığın zavallı
Ve muannit
Bir belgesidir
Daha çok kalanlara ait.
Bir de bir örümcek ağının ortasına düşmüş
Bir sineğin titrek bacaklarında seyretmiştim ölümü
Ölümler vardır:
Can kuş gibi uçar gider
Bir martının süzülüp
Kaybolması gibi maviliklerde
Bir Portre
Engin sakin berrak bir denize
Uçsuz bir kumsaldan ağır ağır
Nasıl yürürse insan
Sokrates öyle yürüdü ölüme
Tilmizleri ağlaşırken
O vasiyet ediyordu:
-Asklepyos’a bir horoz borçluyuz
Unutmayınız.
Ne tuhafsınız dostlar
Güçsüz kadınlar gibi ağlaşmak niye
Yükselmek varken ölümsüzlüğe
İnancına sahip olmak
İnsan olmanın şartı
Kölelikler içinde en onulmaz kölelik
Hayatın ölümcül yanına
Takılıp kalmak değil mi?
İlkin ayaklarında duydu Sokrates
Zehirin soğukluğunu
Ve yavaş yavaş ölüm
Yükseldi göğsüne çenesine
Dudaklarında donan son bir tebessümle
Bir işaret taşı da böylece
Sokrates dikmiş oldu ölüme
Ölümün Sesi
Ölümden bir işaret var her şeyde
Ölümün sesini duyuyorum şarkılarda türkülerde:
-Kışlanın önünde redif sesi var
Namluların ucunda ölümün sesi!
-Bir ay doğdu geceden oy oy
Karanlığın ağzında ölümün sesi!
-Erzurum dağları kan ile boran
Vadilerin koynunda ölümün sesi
-Ezo gelin durmuş bakar yollara
Umudun ardında ölümün sesi!
-Bir ihtimal daha var
Umuddan da öte ölümün sesi!
Kendi Ölümüme Ait Bir Deneme
Bir gün öleceğim biliyorum
Bunu her an ölür gibi biliyorum
Anamın yüreğinde bir kor
Ölene dek sönmeyecek bir ateş
Kımıldanıp duracak hep
Karım bomboş bulacak dünyayı
-N’olurdu birlikte ölseydik, deyip duracak
Oysa insan yalnız ölür
Ama o olmayacak dualarla teselli arayacak
Kızlarımın gırtlaklarında bir düğüm
Bir süre kaçacaklar insanlardan
Boşluğa düşmüş gibi bir duygu içlerinde
Sonunda onlar da kabullenecekler öylesine
Ölümüme en çabuk dostlarım alışacaklar
-Yaşayıp gidiyorduk yahu
Ne vardı acele edecek!
Diyecekler
Biliyorum yaklaşıyoruz her an
Biliyorum oruçlu doğar insan
Ölümün iftar sofrasına
Son Söz
Ve zaman döne döne
Gelmişti başlangıç noktasına
İlk yaratılış düğümüne
Mahlukatın var olduğu
Yüzüsuyu hürmetine
Evrenin Efendisinin
Kavuşmak vakti gelmişti sevgilisine.
Hayatın menbaı
Merhametin son durağı
Madeni, muhabbet ocağının
Ateşler içindeydi
Yatağında.
İltica etmişti sanki Kainat
Kutsal tenine
Hayata şafak olan alnında
Ter taneleri
Her biri insanlık çilesinden
Bir haberdi sanki
Bir an oldu
Aralandı gözleri
Sonsuzu kuşatan bakışları
Süzdü ciğerparesi Fatıma’yı
Süzdü tek tek çevresindeki
Can dostlarını
Kıpırdadı dudakları, dedi:
-Ebu Bekir kıldırsın namazı
Sonra daldı daldı uyandı
Son defa aralandı
Bakışları
Yöneldi bir noktaya
Karar kıldı bir noktada
Ve dedi:
-Merhaba ey refik-i ala!
Olacak oldu
Akıllar kamaştı
Kalpler tutuştu
Feryat ve figan gökleri tuttu
Çekti kılıcını Faruk olan
Sıçradı orta yere:
-Kim derse ”O öldü”, öldürürüm!
Ayrılık ateşinden
Ateşin şiddetinden
Sanki bendler çözülmüş
Felekler çökmüştü
Şuur tutuşmuş
Akıl iflas etmişti.
Sonra Sıddıyk olan
Yetişti geldi
Baktı baktı yatağında hareketsiz yatan sevgiliye
Mağarada arkadaşına Hicrette yoldaşına
Sonra baktı çevresine
Mahşerden önce mahşer hali yaşayan
Ashabına
Aline
Ebu Bekir dedi:
-Ey nas, susun!
Kim ki Resulullaha tapmaktadır
Bilsin ki Resul ölmüştür
Kim ki Allaha tapmaktadır
Bilsin ki Allah ölmez
Hayy ve Layemuttur
Ey nas, susun!
”İnna Lillah ve inna ileyhi raciun”
Sonra eğildi sevgilinin yüzüne
Sürdü bulutlanmış gözlerini
O güzellikler ülkesine
Baktı baktı ve dedi:
-Hayatında güzeldin
Ölümünde güzelsin
Öldün
Bir daha ölmeyeceksin
ERDEM BEYAZİT